Ash-Shu'araa

Change Language
Change Surah
Change Recitation

Turkish: Suleyman Ates

Play All
# Translation Ayah
1 Ta sin mim. طسم
2 Şunlar o apaçık Kitabın ayetleridir. تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
3 Herhalde sen, inanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin! لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
4 Dilesek onların üzerine gökten bir mu'cize indiririz de boyunları ona eğilir (inanırlar). إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّن السَّمَاء آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ
5 Rahman'dan onlara hiçbir yeni Zikir (uyarı) gelmez ki, mutlaka ondan yüz çevirici olmasınlar. وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ
6 Yalanladılar ama, alay edip durdukları şeyin haberleri, yakında kendilerine gelecektir. فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون
7 Yere bakmadılar mı orada her çeşit güzel çifti bitirmişiz? أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
8 Şüphesiz bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanıcı değillerdir. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
9 Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur merhamet eden O'dur. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
10 Rabbin Musa'ya seslendi: "O zalim kavme git!" وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
11 Fir'avn'ın kavmine. Onlar (kötülüklerden) korunmayacaklar mı? قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ
12 (Musa): "Rabbim, dedi, ben, onların beni yalanlayacaklarından korkuyorum." قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ
13 Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor (tutukluk yapıyor), onun için Harun'a da elçilik ver." وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ
14 Hem benim üzerimde onlara karşı işlediğim bir günah da var (onlardan bir adam öldürmüştüm); onların beni öldürmelerinden korkuyorum. وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ
15 (Allah): "Hayır, dedi, ikiniz de ayetlerimizle gidin, biz sizinle beraberiz, (aranızda geçecekleri) dinliyoruz." قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ
16 Fir'avn'e giderek deyin ki: Biz alemlerin Rabbinin elçisiyiz." فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
17 İsrail oğullarını bizimle beraber gönder. أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ
18 (Gittiler, Allah'ın emrini duyurdular. Fir'avn) Dedi ki: "Biz seni, içimizden bir çocuk olarak yetiştirmedik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı?" قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ
19 Ve sonunda o yaptığını da yaptın, sen nankörlerden birisin. وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ
20 (Musa): "Onu yaptığım zaman sapıklardan idim" dedi. قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ
21 Sizden korkunca aranızdan kaçtım, sonra Rabbim bana hükümdarlık verdi ve beni elçilerden yaptı فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ
22 O başıma kaktığın ni'met de İsrail oğullarını köle yapman(yüzünden)dir. (Onları köle diye kullanıp erkek çocuklarını kesmeseydin, senin eline düşmezdim) وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ
23 Fir'avn dedi ki: "(Ey Musa) alemlerin Rabbi nedir?" قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ
24 (Musa): "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanan kimseler iseniz (bunu anlarsınız)," dedi. قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إن كُنتُم مُّوقِنِينَ
25 (Fir'avn): Çevresinde bulunanlara: "İşitiyor musunuz?" dedi. قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ
26 (Musa): "O sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir" dedi. قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
27 (Fir'avn): "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir" dedi. قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
28 (Musa): "Eğer düşünürseniz O, doğunun batının ve bunlar arasında bulunanların da Rabbidir" dedi. قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ
29 (Fir'avn ey Musa): "Andolsun ki benden başka tanrı edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım" dedi. قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ
30 (Musa, peki): "Sana (doğruluğumu) kanıtlayan apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" dedi. قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُّبِينٍ
31 (Fir'avn): "Eğer doğrulardansan onu getir (bakalım)," dedi. قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
32 (Musa), asasını attı, bir de (baktılar ki) o apaçık bir ejderha! فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
33 Elini (koltuğunun altından) çıkardı; o da, bakanlara parıl parıl parlayan bir şey oluverdi. وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاء لِلنَّاظِرِينَ
34 (Fir'avn), çevresindeki ileri gelenlere: "Bu dedi, bilgin bir büyücüdür." قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ
35 Büyüsüyle sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz? يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
36 Dediler ki: "Onu ve kardeşini eğle, kentlere toplayıcılar gönder." قَالُوا أَرْجِهِ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
37 Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler. يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ
38 Derken büyücüler belli bir günün belirlenen vaktinde bir araya getirildi. فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
39 Halka da: "Siz de toplanır mısınız?" denildi. وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ
40 Umarız ki büyücüler üstün gelirse biz de onlara uyarız. لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ
41 Büyücüler gelince Fir'avn'e: "Eğer üstün gelenler biz olursak, bize mutlaka bir ücret var değil mi?" dediler. فَلَمَّا جَاء السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ
42 Evet dedi, hem o takdirde siz (bana) yakınlardan olacaksınız. قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
43 Musa onlara: "Atacağınızı atın!" dedi. قَالَ لَهُم مُّوسَى أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ
44 İplerini ve değneklerini attılar ve "Fir'avn'ın şerefine biz, elbette biz galib geleceğiz" dediler. فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ
45 Musa da asasını attı. Birden o, onların uydurduklarını yutmağa başladı. فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
46 Derhal büyücüler secdeye kapandılar: فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
47 Dediler: "Alemlerin Rabbine inandık." قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
48 Musa'nın ve Harun'un Rabbine. رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ
49 (Fir'avn) dedi: "Ben size izin vermeden mi ona inandınız? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse (size ne yapacağımı) yakında bileceksiniz: Ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve hepinizi asacağım!" قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
50 Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz Rabbimize döneceğiz. قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ
51 Biz ilk inananlar olduğumuz için Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umarız. إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ
52 Musa'ya: "Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkar), yürüt; siz takibedileceksiniz." diye vahyettik. وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ
53 Fir'avn, (İsrail oğullarının gittiğini duyunca) kentlere (asker) toplayıcılar gönderdi. فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
54 Şunlar, (şu İsrail oğulları), az bir topluluktur dedi. إِنَّ هَؤُلَاء لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ
55 Bizi kızdırmaktadırlar. وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ
56 Biz, ihtiyatlı, koca bir cemaatiz. وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ
57 Böylece biz onları çıkardık: bahçeler(in)den, çeşmeler(in)den. فَأَخْرَجْنَاهُم مِّن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
58 Hazineler(in)den ve o güzel yer(lerin)den. وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ
59 Böylece bunları İsrail oğullarına miras yaptık. كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ
60 (Fir'avn ve adamları), güneş doğarken onların ardına düştüler. فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ
61 İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce Musa'nın adamları: "İşte yakalandık!" dediler. فَلَمَّا تَرَاءى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ
62 (Musa): "Hayır, dedi, Rabbim benimle beraberdir. Bana yol gösterecektir." قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ
63 Musa'ya: "Değneğinle denize vur!" diye vahyettik. (Vurunca deniz) yarıldı, (on iki yol açıldı). Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu. فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ
64 Ötekileri de buraya yaklaştırdık (Musa ve adamlarının ardından, düşmanları da bu denizde açılan yollara girdiler). وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ
65 Musa'yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık. وَأَنجَيْنَا مُوسَى وَمَن مَّعَهُ أَجْمَعِينَ
66 Sonra ötekilerini boğduk (Musa ve adamları karaya çıkınca deniz kapandı, Fir'avn ve adamları boğuldu). ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ
67 Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama çokları inanmazlar. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
68 Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
69 Onlara İbrahim'in haberini de oku: وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ
70 Babasına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" demişti. إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ
71 Putlara tapıyoruz, onların önünde ibadete duruyoruz. dediler. قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ
72 Peki, dedi, siz du'a ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ
73 Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı? أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ
74 Hayır, ama babalarımızın böyle yaptıklarını gördük, (onun için biz de böyle yapıyoruz). dediler. قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
75 İşte gördünüz mü neye tapıyorsunuz? dedi. قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
76 Siz ve eski atalarınız? أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ
77 Onlar benim düşmanımdır. Yalnız alemlerin Rabbi (benim dostumdur). فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ
78 Beni yaratan ve bana yol gösteren O'dur. الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
79 Bana yediren ve içiren O'dur. وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ
80 Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
81 Beni öldürecek, sonra diriltecek O'dur. وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
82 Ceza günü hatamı bağışlayacağını umduğum da O'dur. وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
83 Rabbim, bana hüküm (hükümdarlık, bilgi) ver ve beni Salihler arasına kat. رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
84 Sonra gelenler arasında bana, bir doğruluk dili nasib eyle (sonraki nesiller arasında hayır ile anılmamı sağla)! وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ
85 Beni ni'met(i bol olan) cennetinin varislerinden kıl. وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ
86 Babamı da bağışla. Çünkü o, sapıklardandır. And forgive my father. Lo! he is of those who err. وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ
87 (Kulların) diriltilecekleri gün, beni utandırma. وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ
88 O gün ki, ne mal, ne de oğullar yarar vermez. يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
89 Ancak Allah'a sağlam ve temiz kalb getiren (yarar görür). إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
90 (O gün) cennet, korunanlara yaklaştırılır. وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ
91 Cehennem de azgınların karşısına çıkarılır. وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ
92 Onlara "Hani taptıklarınız nerede?" denilir. وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
93 O Allah'tan başka (taptıklarınız) size yardım ediyorlar mı, yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu? مِن دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ
94 Onlar ve azgınlar, tepe taklak oraya atılırlar. فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ
95 İblis'in bütün askerleri de. وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ
96 Onlar orada (putlarıyle) çekişerek derler ki: قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ
97 Vallahi biz apaçık bir sapıklık içinde imişiz! تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
98 Çünkü sizi alemlerin Rabbine eşit tutuyorduk. إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
99 Ama bizi saptıran o suçlulardır. وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ
100 Şimdi artık bizim ne şefa'atçilerimiz var, فَمَا لَنَا مِن شَافِعِينَ
101 Ne de sıcak bir dostumuz. وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ
102 Ah keşke bir dönüşümüz daha olsa da inananlardan olsak! فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
103 Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar." إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
104 Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
105 Nuh kavmi de gönderilen elçileri yalanladı. كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ
106 Kardeşleri Nuh onlara: "Korunmaz mısınız?" demişti. إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ
107 Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
108 Allah'tan korkun ve bana ita'at edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
109 Ben sizden, buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız alemlerin Rabbine aittir. وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
110 Öyle ise Allah'tan korkun ve bana ita'at edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
111 Dediler ki: "Sana bayağı kimseler uymuşken biz sana inanır mıyız?" قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ
112 Dedi ki: "Ben onların yaptıklarını(n iç yüzünü) bilmem (ben ancak görünüşe göre hüküm veririm)." قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
113 Anlayışınız olsa, onların hesabının Rabbime aidolduğunu bilirsiniz. إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَى رَبِّي لَوْ تَشْعُرُونَ
114 Ben inananları kovacak değilim. وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ
115 Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ
116 Dediler: "Ey Nuh, (bu dediğinden) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın." قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ
117 (Nuh): "Rabbim, dedi, kavmim beni yalanladı." قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ
118 Benimle onların arasını aç (aramızda hükmet), beni ve benimle beraber bulunan mü'minleri kurtar! فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَن مَّعِي مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
119 Biz de onu ve onunla beraber bulunanları, dolu gemi içinde kurtardık. فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
120 Sonra bunun ardından, geride kalanları boğduk. ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ
121 Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
122 Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
123 Ad (kavmi) de, gönderilen elçileri yalanladı. كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ
124 Kardeşleri Hud onlara: "Korunmaz mısınız?" demişti. إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ
125 Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
126 Allah'tan korkun ve bana ita'at edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
127 Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbine aittir. وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
128 Siz her yol üzerine, (gelip geçenleri yanıltmak için) bir işaret yapıp da boş şeyle mi uğraşıyorsunuz? أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ
129 Belki ebedi yaşarsınız diye köşkler (ve müstahkem kaleler) ediniyorsunuz? وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ
130 (Bir kavmi) yakaladığınız zaman da zorbalar gibi yakalıyorsunuz. وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ
131 Allah'tan korkun ve bana ita'at edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
132 Size bildiğiniz ni'metleri bol bol veren(Allah)dan korkun. Keep your duty toward Him Who hath aided you with (the good things) that ye know, وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ
133 O size verdi: davarlar, oğullar, أَمَدَّكُم بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ
134 Bahçeler, çeşmeler. وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
135 Doğrusu ben size büyük bir günün azabı(nın çarpması)ndan korkuyorum. إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
136 Dediler ki: "Öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da bizce birdir." قَالُوا سَوَاء عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ
137 Bu (davranışımız), sadece evvelkilerin ahlakı(ve geleneği)dir. إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ
138 Biz azaba uğratılacak değiliz. وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
139 (Böylece) onu yalanladılar. Biz de onları helak ettik. Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar. فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
140 Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
141 Semud (kavmi) de gönderilen elçileri yalanladı: كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ
142 Kardeşleri Salih, onlara demişti ki: "Korunmaz mısınız?" إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ
143 Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
144 Allah'tan korkun ve bana ita'at edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
145 Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbine aittir. وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
146 Siz burada güven içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ
147 Böyle bahçelerde, çeşme başlarında? فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
148 Ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel hurmalıklar arasında? وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ
149 Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz. وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ
150 Allah'tan korkun ve bana ita'at edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
151 O aşırıların emrine uymayın. وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ
152 Yeryüzünde bozgunculuk yapan, ıslah etmeyen o kimseler(in sözüyle hareket etmeyin). الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
153 Dediler: Sen, iyice büyülenmişlerdensin." قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ
154 Sen de bizim gibi bir insansın. Eğer doğrulardansan bize bir mu'cize getir. مَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
155 Dedi: "İşte bu dişi deve(mu'cize)dir. (Bir gün) onun su içme hakkı var, belli bir günün su içme hakkı da sizin." قَالَ هَذِهِ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
156 Sakın, ona bir kötülük dokundurmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar. وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ
157 Nihayet onu kestiler, ama pişman oldular. فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ
158 Ve azab onları yakaladı. Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar. فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
159 Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
160 Lut (kavmi) de gönderilen elçileri yalanladı. كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ
161 Kardeşleri Lut, onlara "Korunmaz mısınız?" demişti. إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ
162 Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
163 Allah'tan korkun ve bana ita'at edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
164 Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbine aittir. And I ask of you no wage therefore; my wage is the concern only of the Lord of the Worlds. وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
165 Alemlerin içinde erkeklere mi gidiyorsunuz? أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ
166 Ve Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz? Siz sınırı aşan bir kavimsiniz. وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ أَزْوَاجِكُم بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ
167 Dediler: "Ey Lut, andolsun, eğer (bundan) vazgeçmezsen, mutlaka sürülenlerden olacaksın. قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ
168 (Lut) dedi: "Ben sizin bu işinize, (kadınları bırakıp erkeklere gidişinize) kızanlardanım." قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُم مِّنَ الْقَالِينَ
169 Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar! رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ
170 Biz de onu ve ailesini tamamen kurtardık. فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ
171 Yalnız geride kalanlar arasında bulunan bir koca karıyı (kurtarmadık). إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ
172 Sonra ötekilerini hep yıktık, helak ettik. ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ
173 Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık, uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru hakikaten çok kötü oldu! وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا فَسَاء مَطَرُ الْمُنذَرِينَ
174 Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
175 Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
176 Eyke halkı da gönderilen elçileri yalanladı. كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ
177 Şu'ayb, onlara demişti ki: "Korunmaz mısınız?" إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ
178 Ben sizin için güvenilir bir elçiyim. إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
179 Allah'tan korkun ve bana ita'at edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
180 Ben sizden, buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabbine aittir. وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
181 Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ
182 Doğru terazi ile tartın. وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ
183 İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
184 Sizi ve önceki nesilleri yaratandan korkun. And keep your duty unto Him Who created you and the generations of the men of old. وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ
185 Dediler: "Sen iyice büyülenmişlerdensin." قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ
186 Sen de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz. وَمَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ
187 Eğer doğrulardansan o halde üzerimize gökten parçalar düşür. فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاء إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
188 Rabbim yaptığınızı daha iyi bilir dedi. قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
189 Onu yalanladılar, nihayet o gölge gününün azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi. فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
190 Muhakkak ki bunda bir ibret vardır ama yine çokları inanmazlar. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
191 Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
192 Muhakkak ki o (Kur'an), alemlerin Rabbinin indirmesidir. وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
193 Onu, er-Ruhu'l-Emin (güvenilir ruh, Cebrail) indirdi: نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
194 Senin kalbine; uyarıcılardan olman için, عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ
195 Apaçık Arapça bir dille. بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ
196 O(nun içeriği), evvelkilerin Kitaplarında da vardır. وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ
197 İsrail oğulları bilginlerinin onu bilmesi de onlar için (Kur'an'ın Güvenilir Ruh tarafından vahyedildiğine) yeterli bir delil değil mi? أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاء بَنِي إِسْرَائِيلَ
198 Biz onu yabancılardan birine indirseydik de, وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَى بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ
199 Onu onlara okusaydı, ona inanmazlardı: فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ
200 Biz onu, suçluların kalblerine öyle soktuk. كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
201 Acı azabı görünceye kadar da ona inanmazlar. لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
202 Azab onlara öyle ansızın gelir ki, onlar hiç farkında olmazlar. فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
203 (Birden onu karşılarında bulunca) Acaba bize süre verilir mi?" derler. فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ
204 Hala bizim azabımızı mı acele istiyorlar (doğru söyleyenlerden isen bizi tehdidettiğin azabı getir mi diyorlar)? أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
205 Baksana, biz onları yıllarca yaşatsak, أَفَرَأَيْتَ إِن مَّتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ
206 Sonra tehdidedildikleri (azab) kendilerine gelse, ثُمَّ جَاءهُم مَّا كَانُوا يُوعَدُونَ
207 O yaşatıldıkları (zevk-u sefa sürdükleri) şeyler, kendilerine ne yarar sağlardı? مَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُوا يُمَتَّعُونَ
208 Biz, hiçbir kenti helak etmedik ki onun uyarıcıları olmasın (helak etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik). وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ
209 (Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz zulmediciler değildik. ذِكْرَى وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ
210 O(Kur'a)n'ı şeytanlar (cinler) indirmedi. وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ
211 Bu, onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da. وَمَا يَنبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ
212 Çünkü onlar, (meleklerin sözlerini) işitmekten uzaklaştırılmışlardır. إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ
213 Allah ile beraber başka bir tanrı çağırma, sonra azabedilenlerden olursun. فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ
214 En yakın akrabanı uyar. وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
215 Ve sana uyan mü'minlere kanadını indir (onlara karşı mütevazi ve şefkatli davran). وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
216 Şayet sana (uymaz) karşı gelirlerse: "Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım," de. فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ
217 Galib ve esirgeyen(Allah)a tevekkül et. وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ
218 O, seni görür: Namaza durduğun zaman, الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ
219 Ve secde edenler arasında eğilip doğrulurken. وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ
220 Çünkü O, işitendir, bilendir. إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
221 Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ
222 Onlar, her günahkar yalancıya inerler. تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ
223 O yalancılar, (şeytanlara) kulak verirler, çokları da yalan söylerler. يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ
224 Şa'irlere gelince onlara da azgınlar uyar. وَالشُّعَرَاء يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ
225 Baksana onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar? أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ
226 Ve onlar yapmayacakları şeyleri söylerler. وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ
227 Ancak inananlar, iyi işler yapanlar, Allah'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir! إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيراً وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ
;