Al-Qalam

  1. Home
  2. Translation
  3. Turkish: AlI Bulaç
Change Language
Change Surah
Change Recitation

Turkish: AlI Bulaç

 Play All
# Translation Ayah
1 Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ
2 Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin. مَا أَنتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ
3 Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ
4 Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
5 Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler. فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ
6 Sizden, hanginizin 'fitneye tutulup-çıldırdığını.' بِأَييِّكُمُ الْمَفْتُونُ
7 Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir. إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
8 Şu halde yalanlayanlara itaat etme. فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ
9 Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı. وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ
10 Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَّهِينٍ
11 Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), هَمَّازٍ مَّشَّاء بِنَمِيمٍ
12 Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar, مَنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ
13 Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik; عُتُلٍّ بَعْدَ ذَلِكَ زَنِيمٍ
14 Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye, أَن كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ
15 Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: "(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır" diyen. إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
16 Yakında Biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız. سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ
17 Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. إِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ
18 (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı. وَلَا يَسْتَثْنُونَ
19 Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela' onun üstünü sarıp-kuşatıverdi. فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِّن رَّبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ
20 Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi. فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ
21 Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler. فَتَنَادَوا مُصْبِحِينَ
22 "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." أَنِ اغْدُوا عَلَى حَرْثِكُمْ إِن كُنتُمْ صَارِمِينَ
23 Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: فَانطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ
24 "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın." أَن لَّا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُم مِّسْكِينٌ
25 (Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler. وَغَدَوْا عَلَى حَرْدٍ قَادِرِينَ
26 Ama onu görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız" dediler. فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوا إِنَّا لَضَالُّونَ
27 "Hayır, biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık." بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
28 (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?" قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ
29 Dediler ki: "Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz." قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ
30 Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar. فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ
31 "Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız" dediler. قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا طَاغِينَ
32 "Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimiz'e rağbet eden kimseleriz." عَسَى رَبُّنَا أَن يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِّنْهَا إِنَّا إِلَى رَبِّنَا رَاغِبُونَ
33 İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler. كَذَلِكَ الْعَذَابُ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
34 Doğrusu, muttaki olanlar için Rableri Katında nimetlerle donatılmış cennetler vardır. إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ
35 Öyleyse, Müslümanları suçlu-günahkar olanlar gibi (eşit) kılar mıyız? أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ
36 Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
37 Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var? أَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ
38 İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye. إِنَّ لَكُمْ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ
39 Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye. أَمْ لَكُمْ أَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ
40 Onlara sor: "Hangisi bunun savunuculuğunu yapacak? سَلْهُم أَيُّهُم بِذَلِكَ زَعِيمٌ
41 Yoksa onların ortakları mı var? Şu halde eğer doğru sözlü kimselerse, ortaklarını getirsinler. أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَائِهِمْ إِن كَانُوا صَادِقِينَ
42 Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. يَوْمَ يُكْشَفُ عَن سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ
43 Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ
44 Artık bu sözü yalan sayanı sen Bana bırak. Biz onları, bilmeyecekleri bir yönden derece derece (azaba) yaklaştıracağız. فَذَرْنِي وَمَن يُكَذِّبُ بِهَذَا الْحَدِيثِ سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ
45 Ben, onlara süre tanıyorum. Elbette Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır. وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ
46 Sen, onlardan bir ücret mi istiyorsun ki, onlar, haksız bir borçtan dolayı ağır bir yük altında kalmışlar? أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ
47 Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar? أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ
48 Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu. فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ
49 Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmasaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda (karaya) atılmış olacaktı. لَوْلَا أَن تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِّن رَّبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاء وَهُوَ مَذْمُومٌ
50 Fakat Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı. فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِحِينَ
51 O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. "O, gerçekten bir delidir" diyorlar. وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ
52 Oysa o (Kur'an), alemlere bir zikr (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref)den başka bir şey değildir. وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
Next Surah Al-Haqqa
;