Al-Waqi'a

  1. Home
  2. Translation
  3. Turkish: AlI Bulaç
Change Language
Change Surah
Change Recitation

Turkish: AlI Bulaç

 Play All
# Translation Ayah
1 Vakıa (kesin bir gerçek olan kıyamet) vuku bulduğu zaman, إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ
2 Onun vukuuna (gerçekleşmesine artık) yalan diyecek yoktur. لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ
3 O aşağılatıcı, yücelticidir. خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ
4 Yer, şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı, إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا
5 Ve dağlar darmadağın olup ufalandığı, وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا
6 Derken toz duman halinde dağılıp-savrulduğu, فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثًّا
7 Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman; وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً
8 İşte o "Ashab-ı Meymene", ne (kutludur o) "Ashab-ı Meymene". فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
9 "Ashab-ı Meş'eme" ne (mutsuz ve uğursuzdur o) "Ashab-ı Meş'eme". وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
10 Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ
11 İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ
12 Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde; فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ
13 Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden, ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ
14 Birazı da sonrakilerden. وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ
15 'Özenle işlenmiş mücevher' tahtlar üzerindedirler. عَلَى سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ
16 Karşılıklı yaslanmışlardır. مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ
17 Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır; يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ
18 Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler, بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ
19 Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ
20 Arzulayıp-seçecekleri meyveler, وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ
21 Canlarının çektiği kuş eti. وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ
22 Ve iri gözlü huriler, وَحُورٌ عِينٌ
23 Sanki saklı inciler gibi; كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ
24 Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur); جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
25 Orada, ne 'saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma. لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا
26 Yalnızca bir söz (işitirler:) "Selam, selam." إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا
27 "Ashab-ı Yemin", ne (kutludur o) "Ashab-ı Yemin." وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ
28 Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ
29 Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları, وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ
30 Yayılıp-uzanmış gölgeler, وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ
31 Durmaksızın akan su(lar); وَمَاء مَّسْكُوبٍ
32 Ve (daha) birçok meyveler arasında, وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ
33 Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler). لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ
34 Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler). وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ
35 Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık. إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء
36 Onları hep bakireler olarak kıldık, فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا
37 Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt, عُرُبًا أَتْرَابًا
38 "Ashab-ı Yemin" olanlar için. لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ
39 (Bunların) Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden, ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ
40 Birçoğu da sonrakilerdendir. وَثُلَّةٌ مِّنَ الْآخِرِينَ
41 "Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal." وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ
42 Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su, فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ
43 Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler. وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ
44 Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ
45 Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmış olanlardı. إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ
46 Onlar, büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı. وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ
47 Ve derlerdi ki: "Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?" وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ
48 "Önceden gelip-geçmiş atalarımız da mı?" أَوَ آبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ
49 De ki: "Şüphesiz, öncekiler de ve sonrakiler de." قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ
50 "Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır." لَمَجْمُوعُونَ إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
51 Sonra gerçekten siz, ey sapık olan yalanlayıcılar, ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ
52 Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz. لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ
53 Böylece karınları(nızı) ondan dolduracaksınız. فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ
54 Onun üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz. فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ
55 Üstelik 'içtikçe susayan hasta develerin' içişi gibi içeceksiniz. فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ
56 İşte bu, onların din (hesap ve ceza) gününde şölenleridir. هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ
57 Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ
58 Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ
59 Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz? أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ
60 Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir; نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ
61 (Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda. عَلَى أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ
62 Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi? وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَى فَلَوْلَا تَذكَّرُونَ
63 Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ
64 Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ
65 Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız. لَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ
66 (Şöyle de sızlanırdınız:) "Doğrusu biz, ağır bir borç altına girip-zorlandık." إِنَّا لَمُغْرَمُونَ
67 "Hayır, biz büsbütün yoksun bırakıldık." بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
68 Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاء الَّذِي تَشْرَبُونَ
69 Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ
70 Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi? لَوْ نَشَاء جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ
71 Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ
72 Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ
73 Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık. نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ
74 Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et. فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
75 Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim. فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ
76 Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir. وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ
77 Elbette bu, bir Kur'an-ı Kerim'dir. إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ
78 Saklanmış-korunmuş bir Kitap'ta (yazılı)dır. فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ
79 Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz. لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
80 Alemlerin Rabbinden indirilmedir. تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
81 Şimdi siz bu sözü mü hor görüp-küçümsüyorsunuz? أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ
82 Ve rızkınızı (Kur'an'dan yararlanma nimetini bırakıp onu) mutlaka yalan saymaktan ibaret mi kılıyorsunuz? وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ
83 Hele can boğaza gelip dayandığında, فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ
84 Ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz, وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ
85 Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ
86 İşte o vakit, eğer ceza görmeyecek iseniz, فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ
87 Eğer doğru söylüyorsanız, onu, (çıkmakta olan canı) geri çevirsenize. تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
88 Eğer o (ölecek kişi), yakın kılınan (mukarreb olan)lardan ise, فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ
89 Bu durumda rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle donatılmış cennet (onundur). فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ
90 Ve eğer "Ashab-ı Yemin"den ise, وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ
91 Artık, "Ashab-ı Yemin"den selam sana. فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ
92 Ve eğer o, yalanlayan sapıklardan ise, وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ
93 Artık (onun için) alabildiğine kaynar sudan bir şölen vardır. فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ
94 Ve çılgınca yanan ateşe bir atılma da. وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ
95 Şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir (Hakku'l-Yakin). إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ
96 Öyleyse büyük Rabbini ismiyle tesbih et. فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
Next Surah Al-Hadid
;