Ash-Shu'araa

  1. Home
  2. Translation
  3. Turkish: AlI Bulaç
Change Language
Change Surah
Change Recitation

Turkish: AlI Bulaç

 Play All
# Translation Ayah
1 Ta, Sin, Mim. طسم
2 Bunlar, apaçık olan Kitab'ın ayetleridir. تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ
3 Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?) لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
4 Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir. إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّن السَّمَاء آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ
5 Onlara Rahman (olan Allah) dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız ondan yüz çevirirler. وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ الرَّحْمَنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ
6 Gerçekten yalanladılar; fakat, alay konusu yaptıkları şeyin haberi kendilerine pek yakında gelecektir. فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون
7 Yeryüzünde bir bakmadılar mı ki, Biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler bitirdik. أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الْأَرْضِ كَمْ أَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
8 Şüphesiz, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü'min değildirler. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
9 Şüphesiz, senin Rabbin, gerçekten O, üstün ve güçlüdür, merhamet sahibidir. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
10 Hani senin Rabbin, Musa'ya seslenmişti: "Zulmetmekte olan kavme git;" وَإِذْ نَادَى رَبُّكَ مُوسَى أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
11 Firavun'un kavmine, hala sakınmıyorlar mı?" قَوْمَ فِرْعَوْنَ أَلَا يَتَّقُونَ
12 Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum." قَالَ رَبِّ إِنِّي أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ
13 "Göğsüm sıkışıyor, dilim dönmüyor; bundan dolayı Harun'a da (elçilik görevini bildirmesi için Cibril'i) gönder." وَيَضِيقُ صَدْرِي وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِي فَأَرْسِلْ إِلَى هَارُونَ
14 "Üstelik, onların bana karşı (davasını savunacakları bir cinayet) suçu(m) var; bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum." وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ
15 (Allah:) "Hayır," dedi. "İkiniz de ayetlerimle gidin, şüphesiz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz." قَالَ كَلَّا فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ
16 "Gecikmeksizin Firavun'a giderek deyin ki: Gerçekten biz, alemlerin Rabbinin elçisiyiz," فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَا إِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
17 "İsrailoğulları'nı bizimle birlikte göndermen için (sana geldik)." أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ
18 (Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: "Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?" قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ
19 "Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin." وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ
20 (Musa) Dedi ki: "Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım." قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ
21 "Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım; sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni gönderilen (elçilerden) kıldı." فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ
22 "Bana karşı lütuf-dediğin nimet de, İsrailoğulları'nı köle kılmandan dolayıdır." وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ
23 Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi nedir?" قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ
24 Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir)." قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إن كُنتُم مُّوقِنِينَ
25 Çevresindekilere dedi ki: "İşitiyor musunuz?" قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ
26 (Musa:) Dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir." قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
27 (Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir." قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
28 "Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir" dedi (Musa). قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ
29 (Firavun) dedi ki: "Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım." قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ
30 (Musa) Dedi ki: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُّبِينٍ
31 (Firavun) Dedi ki: "Eğer doğru sözlü isen, onu getir." قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
32 Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi. فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
33 Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için 'parlayıp aydınlanıvermiş'. وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاء لِلنَّاظِرِينَ
34 (Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: "Bu” dedi, "Doğrusu bilgin bir büyücüdür." قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ
35 "Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?" يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
36 Dediler ki: "Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder," قَالُوا أَرْجِهِ وَأَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
37 "Bütün uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler." يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ
38 Böylelikle büyücüler, bilinen bir günün belli vaktinde biraraya getirildi. فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
39 Ve insanlara da: "Siz de toplanıyor musunuz? dendi." وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ
40 "Umarız ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız." لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ إِن كَانُوا هُمُ الْغَالِبِينَ
41 Büyücüler geldiklerinde, Firavun'a: "Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret var gerçekten, değil mi?" dediler. فَلَمَّا جَاء السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبِينَ
42 "Evet" dedi. "Üstelik şüphesiz siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız." قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
43 Musa onlara dedi ki: "Atacağınızı atın." قَالَ لَهُم مُّوسَى أَلْقُوا مَا أَنتُم مُّلْقُونَ
44 Onlar da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: "Firavun'un üstünlüğü adına, hiç tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz" dediler. فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ
45 Böylelikle Musa da asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuveriyor. فَأَلْقَى مُوسَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
46 Anında büyücüler secdeye kapandılar. فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
47 (Ve:) "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler. قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
48 "Musa'nın ve Harun'un Rabbine." رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ
49 (Firavun) Dedi ki: "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım." قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
50 "Hiç zararı yok" dediler. "Çünkü biz gerçekten Rabbimiz'e dönücüleriz." قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ
51 "Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimiz'in bizim hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz." إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ
52 Musa'ya: "Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz" diye vahyettik. وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ
53 Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَائِنِ حَاشِرِينَ
54 "Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;" إِنَّ هَؤُلَاء لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ
55 "Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler." وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَائِظُونَ
56 'Biz ise uyanık bir toplumuz" (dedi). وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَاذِرُونَ
57 Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık; فَأَخْرَجْنَاهُم مِّن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
58 Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da. وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ
59 İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık. كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا بَنِي إِسْرَائِيلَ
60 Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular. فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ
61 İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler. فَلَمَّا تَرَاءى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ
62 (Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." قَالَ كَلَّا إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ
63 Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. فَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنِ اضْرِب بِّعَصَاكَ الْبَحْرَ فَانفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ
64 Ötekileri de buraya yaklaştırdık. وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ الْآخَرِينَ
65 Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. وَأَنجَيْنَا مُوسَى وَمَن مَّعَهُ أَجْمَعِينَ
66 Sonra ötekileri suda boğduk. ثُمَّ أَغْرَقْنَا الْآخَرِينَ
67 Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
68 Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
69 Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku: وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ
70 Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti. إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ
71 Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz." قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ
72 Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?" قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ
73 "Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?" أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ
74 "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
75 (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?" قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
76 "Hem siz, hem de eski atalarınız?" أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ
77 "İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç" فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ
78 "Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur;" الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
79 "Bana yediren ve içiren O'dur;" وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ
80 "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;" وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
81 "Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur," وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
82 "Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
83 "Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;" رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
84 "Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver." وَاجْعَل لِّي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْآخِرِينَ
85 "Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl," وَاجْعَلْنِي مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعِيمِ
86 "Babamı da bağışla, çünkü o şaşırıp sapanlardandır." وَاغْفِرْ لِأَبِي إِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّالِّينَ
87 "Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme," وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ
88 'Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde." يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
89 "Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka." إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
90 (O gün) Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır. وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ
91 Cehennem de azgınlar için sergilenir. وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ
92 Ve onlara: "Tapmakta olduklarınız nerede?" denilir; وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
93 "Allah'ın dışında olan (ilah)lar; size yardımları dokunuyor mu, veya kendilerine yardımları oluyor mu? مِن دُونِ اللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ
94 Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir. فَكُبْكِبُوا فِيهَا هُمْ وَالْغَاوُونَ
95 Ve İblis'in bütün orduları da. وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ
96 Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki: قَالُوا وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ
97 "Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz," تَاللَّهِ إِن كُنَّا لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
98 "Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk. إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
99 "Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı." وَمَا أَضَلَّنَا إِلَّا الْمُجْرِمُونَ
100 "Artık bizim için ne bir şefaatçi var," فَمَا لَنَا مِن شَافِعِينَ
101 "Ne de candan-yakın bir dost." وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ
102 "Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik." فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
103 Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
104 Ve şüphesiz senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
105 Nuh kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı. كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ
106 Hani onlara kardeşleri Nuh: "Sakınmaz mısınız?" demişti. إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ
107 "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
108 "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
109 "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
110 "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
111 Dediler ki: "Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?" قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ
112 Dedi ki: "Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur." قَالَ وَمَا عِلْمِي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
113 "Onların hesabı yalnızca Rabbime aittir, eğer şuurundaysanız (anlarsınız.)" إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَى رَبِّي لَوْ تَشْعُرُونَ
114 "Ve ben mü'min olanları kovacak değilim." وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ
115 "Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcıyım." إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ
116 Dediler ki: "Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten taşa tutulup kovulacaksın." قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُومِينَ
117 Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı." قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِي كَذَّبُونِ
118 "Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar." فَافْتَحْ بَيْنِي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِي وَمَن مَّعِي مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
119 Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık. فَأَنجَيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
120 Sonra bunun ardından geride kalanları da suda-boğduk. ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاقِينَ
121 Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
122 Ve şüphesiz senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
123 Ad (kavmi) de gönderilen (elçi)leri yalanladı. كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ
124 Hani onlara kardeşleri Hud: "Sakınmaz mısınız?" demişti. إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ
125 "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
126 "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
127 "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
128 "Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz?" أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ آيَةً تَعْبَثُونَ
129 "Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?" وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ
130 "Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?" وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ
131 "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
132 "Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden korkup-sakının." وَاتَّقُوا الَّذِي أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ
133 "Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti." أَمَدَّكُم بِأَنْعَامٍ وَبَنِينَ
134 "Bahçeler ve pınarlar da." وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
135 "Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
136 Dediler ki: "Bizim için fark etmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan da." قَالُوا سَوَاء عَلَيْنَا أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ الْوَاعِظِينَ
137 "Bu, geçmiştekilerin 'geleneksel tutumundan başkası değildir." إِنْ هَذَا إِلَّا خُلُقُ الْأَوَّلِينَ
138 "Ve biz azap görecek de değiliz." وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
139 Böylelikle onu yalanladılar, Biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَاهُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
140 Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
141 Semud (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı. كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ
142 Hani onlara kardeşleri Salih: "Sakınmaz mısınız? demişti. إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ
143 "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
144 "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
145 "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
146 "Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?" أَتُتْرَكُونَ فِي مَا هَاهُنَا آمِنِينَ
147 "Bahçelerin, pınarların içinde," فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
148 "Ekinler ve yumuşak tomurcuklu göz alıcı hurmalıklar arasında?" وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ
149 "Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz." وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِهِينَ
150 "Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin." فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
151 "Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin." وَلَا تُطِيعُوا أَمْرَ الْمُسْرِفِينَ
152 "Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar)." الَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
153 Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin." قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ
154 "Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim." مَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِآيَةٍ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
155 Dedi ki: "İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir." قَالَ هَذِهِ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
156 "Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar. وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ
157 "Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular." فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ
158 Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
159 Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
160 Lut (kavmi) de, gönderilen (elçi)leri yalanladı. كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ
161 Hani onlara kardeşleri Lut: "Sakınmaz mısınız?" demişti. إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ
162 "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
163 "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
164 "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
165 "Siz insanlardan (cinsel arzuyla) erkeklere mi gidiyorsunuz? أَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَمِينَ
166 "Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır, siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz." وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ أَزْوَاجِكُم بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ
167 Dediler ki: "Ey Lut, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten (burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın." قَالُوا لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَجِينَ
168 Dedi ki: "Gerçekten ben, sizin bu yaptığınıza öfke ile karşı olanlardanım." قَالَ إِنِّي لِعَمَلِكُم مِّنَ الْقَالِينَ
169 "Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar." رَبِّ نَجِّنِي وَأَهْلِي مِمَّا يَعْمَلُونَ
170 Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık. فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ أَجْمَعِينَ
171 Yalnızca geri kalanlar içinde bir kocakarı hariç. إِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِرِينَ
172 Sonra geride kalanları yerle bir ettik. ثُمَّ دَمَّرْنَا الْآخَرِينَ
173 Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kötü. وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا فَسَاء مَطَرُ الْمُنذَرِينَ
174 Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
175 Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır esirgeyendir. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
176 Eyke halkı da, gönderilen (peygamber)leri yalanladı. كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ
177 Hani onlara Şuayb: "Sakınmaz mısınız?" demişti. إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ
178 "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim." إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
179 "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
180 "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir." وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
181 "Ölçüyü tam tutun ve eksiltenlerden olmayın." أَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرِينَ
182 "Dosdoğru olan terazi ile tartın." وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ
183 "İnsanların eşyasını değerden düşürüp-eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
184 "Sizi ve önceki yaratılmışları yaratandan sakının”. وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ
185 Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin”. قَالُوا إِنَّمَا أَنتَ مِنَ الْمُسَحَّرِينَ
186 "Sen, yalnızca benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin ve biz senin gerçekte yalancılardan olduğunu sanıyoruz." وَمَا أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ
187 "Eğer doğru sözlü isen, bu durumda gökten üstümüze bir parça düşürüver." فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ السَّمَاء إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
188 Dedi ki: "Rabbim, yaptıklarınızı daha iyi bilir. قَالَ رَبِّي أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
189 Sonunda onu yalanladılar, böylece onları o gölgelik-gününün azabı yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabıydı. فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
190 Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
191 Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
192 Gerçekten o (Kur'an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
193 Onu Ruhu'l-emin indirdi. نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
194 Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir). عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ
195 Apaçık Arapça bir dille. بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ
196 Ve hiç şüphesiz, o (Kur'an), geçmişlerin kitaplarında da vardır. وَإِنَّهُ لَفِي زُبُرِ الْأَوَّلِينَ
197 İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (ayet) değil mi? أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ آيَةً أَن يَعْلَمَهُ عُلَمَاء بَنِي إِسْرَائِيلَ
198 Onu Arapça bilmeyen birine indirmiş olsaydık. وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَى بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ
199 Böylece onlara okusaydı, yine ona iman edecek değillerdi. فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ
200 Biz onu, suçlu-günahkarların kalbine işte böyle işlettik. كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
201 Onlar, o pek acı azabı görünceye kadar ona inanmazlar. لَا يُؤْمِنُونَ بِهِ حَتَّى يَرَوُا الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
202 Artık o (azap), kendileri şuurunda olmadan onlara apansız gelecektir. فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
203 Derler ki: "Bize bir süre tanınır mı?" فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ
204 Onlar yine de azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar? أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
205 Gördün mü; Biz onları yıllarca yararlandırsak, أَفَرَأَيْتَ إِن مَّتَّعْنَاهُمْ سِنِينَ
206 Sonra kendilerine va'dolunan (azap günü) geliverse, ثُمَّ جَاءهُم مَّا كَانُوا يُوعَدُونَ
207 Onların 'meta ile yararlandıkları' şey, kendilerini (görecekleri azaptan) bağımsız kılamaz. مَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُوا يُمَتَّعُونَ
208 Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ
209 (Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır); Biz zulmedici değiliz. ذِكْرَى وَمَا كُنَّا ظَالِمِينَ
210 Onu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmemiştir. وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطِينُ
211 Bu, onlara yaraşmaz ve güç de yetiremezler. وَمَا يَنبَغِي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ
212 Çünkü onlar, (vahyedileni) işitmekten kesin olarak uzak tutulmuşlardır. إِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ
213 Allah ile beraber başka bir İlah'a yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ
214 (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar. وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
215 Ve mü'minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger. وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
216 Eğer sana isyan edecek olurlarsa, artık de ki: "Gerçekten ben, sizin yaptıklarınızdan uzağım." فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ
217 Sen, O güçlü ve üstün, esirgeyici olan (Allah')a tevekkül et. وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ
218 O, kıyam ettiğin zaman seni görüyor. الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ
219 Secde edenler arasında dönüp dolaşmanı da. وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ
220 Hiç şüphesiz, O, işitendir, bilendir. إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
221 Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ
222 Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler. تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ
223 Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ
224 Şairler ise; gerçekten onlara azgın-sapıklar uyar. وَالشُّعَرَاء يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ
225 Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip duruyorlar, أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ
226 Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar. وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ
227 Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öclerini alanlar) başka. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir. إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيراً وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ
Next Surah An-Naml
;